20 Ekim 2018 Cumartesi

Mavi Bir Aşk Hikayesi


                                                          
Yüzü silik olan kadın, portrenin sağına yanaşmış, acaba hüzünlü gözleriyle elindeki resme mi bakıyor? Resimdeki kadın, gözlerini yummuş, yüzünü gökyüzüne dönmüş güneşi yüzünde hissediyor. Martılar, sessizce gökyüzünde çemberler çiziyor. Küçük, renksiz bir kuş masalın birinden çıkıp bu portredeki kadının elindeki resmin içerisine sızmış ve tablodaki renkleri birbirine katıyor. Yağlı boyalar arasından geçip usulca pembeye yanaşıyor; onu, en sevdiği arkadaşı maviyle tanıştırıyor. Ardından yeşile selam veriyor küçük kuş, mavi yalnızlığını ona anlatınca  bir anda masmavi oluveriyor. Mavi olmanın sevinciyle gökyüzünde uçarken sevgili dostu yeşili görüyor ve neşeyle cıvıldayarak onu selamlıyor. Yeşil de ona selam veriyor elbette; çünkü yeşil değil midir barışın rengi?

Turuncu, kızılla birbirine karışıp bir dans tutturmuş. Sevdalı gibiler birbirlerine, güneş öylesine cömert ki bütün renklere anlam katıyor. Ufuk çizgisine yakın bir yerde mavi az çok hissettiriyor kendisini; ama turuncuyla mavinin bu bitmek bilmeyen dansı onu gölgelere sürüklemiş. Mavi kuş yaklaşıp maviye “hüzünlenme hemen!” deyiverince mavi başlıyor ağlamaya. Pembe yanaklı kadının yüzüne, mavinin ılık gözyaşları dökülünce o narin yüzü gülümsüyor sanki kadının. Sanki şu gökyüzündeki beyaz bulutlara dönüşüyor yüzü. Mavi, küçük kuş seyrediyor pembe kadının yüzündeki tebessümü. Alçalıp hemen onun yanında duran eflatun rengindeki çiçeğin yanına varıyor. “Nedir bu hüzün böyle? Mavi ne kadar da hasret kırmızıya? Elinden çekip almış onu turuncunun neşesi kırmızıyı belli ki”. Katmış onu engin göklerin sonsuzluğuna. Bilmezler mi bu ışık böylesine gücüyle üzerimizden çekip gittiğinde yerini bırakacak karanlıklara. Bu sefer o karanlık gecede başlayacak yanıp sönmeye yıldızlar. Göz kırpacaklar sessiz bir dostmuşçasına. Renkler kaybolduğunda bir ağacın yüksek dalına konacak mavi kuş ve bekleyecek dostu olan güneşi. Bekleyecek renklerini her zamanki gibi. Sonra uyanacak dünya yeniden her gün olduğu gibi. Neşeyle uçuşacak martılar bir daha uçmayacaklarmışçasına her gün doğumundan her gün batımına kadar. Mavi yine ağlayacak kırmızı ve turuncunun bitmek bilmeyen aşkına, doğmayacak eflatun çiçekleri belki de hiçbir gün.

Çaresizce dolanacak yükseklerde sessizliğiyle, bir kuş ne yapabiliyorsa onu yapacak elbet. Yeşile koşacak telaşlı telaşlı, bütün renkler artık barışsın diye. Bazen çimenlere danışacak, bazen çam ağaçlarına... Hiç dert yokmuş gibi bir de ağaçlar ona dert yanacaklar kahverenginin doyumsuzluğundan, bütün bir kış veda edecek yaşlı ve genç ağaçların yapraklarından tüm yeşil dostlar.

Pembe, her zamanki gibi memnun halinden. Mutluluk neredeyse o hep orada; ama bu kadar azken mutluluk niçin daha çok çabalamamıştı şu bencil dost? Ona sorduğunda mavi kuş boynunu büküp cevap veremiyor bu anlamsız soruya. Üzülmek istemiyor haline renkler arasındaki ayrılıkların. “Tüm tabloda pembe olamaz ki zaten!” diyor mavi kuş bir bahane ararcasına. “Bir de renkler de konuşamazlar asla, bu ayrılıklar da zaten olması gerektiği gibi.” deyip geçiştirmiş o da işte.

Tabloya dokunuyor fırça, tahtadan bir matruşka çiziyor ressam tekrar tüm renkleri bir bir içe içe katıp. Kanatlarının ucunda tuttuğu fırçasını tuvale değdirdiğinde sevdiği tüm dostları ona sırtını dönse de gözyaşlarına teslim edemez bu sevdiği dünyayı. Mavinin kabullenmesi lazım yalnızlığını; çünkü onun yalnızlığıdır sonsuzluğunu hissettiren ona, kırmızı ve turuncu yaşayacak aşklarını, yeşil bırakacak yerini kahverengi günlere, eflatun çiçekler solacak önünde sonunda, matruşka açılıp dağılacak, özgürce ve hep aynı zamanı yaşatan tablomuza.

O sarı güneş ışıkları bir gün yerini geceye teslim edecek. Renkler matruşkanın içinden çıkıp tekrar tablodaki yerlerini alacaklar. Ardından tekrar iç içe geçip ortadan kaybolacaklar. Resimdeki genç kadın da geceyle beraber bir daha orada olmayacak. Yüzüne düşen damlaları eliyle silince mavinin aşkını hissedecek, bir anda kırmızıya dönüşecek. Yüzü silik olan kadının elindeyken teslim olacak doyumsuz siyahın karanlığına, turuncu ellerini kırmızı elbisesine dokunduracak yüzü belirsizleşecek, sonra elinde tuttuğu gençlik resmine bakıp masmavi ve dupduru gözyaşları dökülecek birden bire.

                                              ***

Son fırça darbesini vurup ressam kalkıyor tuvalin başından. Ellerini tablonun hemen sol yanında duran sehpanın üzerindeki kirli, ıslak beze siliyor. Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıyor. Yerinden kalkıp odanın kapısına gidiyor; tam odadan çıkacakken aklının içinden dostları olan renkleri düşünüyor. Eli odadaki lambanın düğmesine dokunuyor ve ışıklar kapanıyor. Arkasından mavi bir tüy yer çekimiyle salına salına ahşap zemine düşüyor.   

                                                                                                                         Yazar:  Cüneyt Özkurt

Hayaller Atölyesi

HAYALLER ATÖLYESİ                                                                                                                          K...