HAYALLER ATÖLYESİ
Karşı kaldırımda, taş binanın kapı girişindeki merdivenlerde aylık moda dergisinin sayfalarına göz ucuyla bakan mavi saçlı kadının tam karşısında tahta kapısı hafif yana doğru eğilmiş, sarı tebeşirle yazılmış tabelasının bir çivisi düşmüş olan atölyeden ince bir duman dışarıya süzülmekteydi. Bir kedi merakla pencerede seğirtti. Ön ayaklarıyla cama yaslandı, kendi etrafında birkaç kere döndükten sonra olduğu yere kıvrıldı. Kapı rüzgârla aralandığında bir başka meraklı kedi kapıdan içeriyi gözetledi ve dosdoğru sıvası dökülmüş haki duvara sürtünerek içerideki bakımsız berjere koştu. Berjeri merakla inceledi ve ardından koltuğun üstüne atladı, minderi birkaç kere kokladıktan sonra olduğu yere kıvrıldı ve derin bir uykuya daldı.
Ne zamandır atölyeye uğrayan
eden yoktu. Küçük bir umut uğruna hayalini amaç edinmiş dört kendinden pek de
emin olmayanın fikriydi bu atölye. Hal böyleyken içeride uçuşan toz taneleri
uzun ince koridorun sonundaki iki pencereye, duvardaki Camille Claduel’in
portresinin bulunduğu çerçeveye, uyuyan kedinin kulaklarına ve kuyruğuna,
demlenmekte olan kahvenin üzerine, yağ içinde kalmış tezgâha, geçmiş günün
gazetelerine ve pencere kenarındaki fesleğene kondu.
Her şeyi oluruna bırakan,
hafifçe uyukluyordu. Birkaç saattir kapalı olan gözlerini rüzgârın esintisiyle
araladı. Güneş, tahta kapıdan içeriye sızmıştı ki bu sadece saat öğleden sonra
dört buçuk ile beş arasında mümkündü. Yerinden doğruldu her şeyi oluruna
bırakan ve demlenmekte olan kahveyle ilgilenen küsküne baktı uzun uzun. Atölye
açıldı açılalı küçük bir tebessüme muhtaç hissetmişti kendini. Gülmek için
nedenler aramış, bulamamış, yorulmuş, tüm bu sürede suskun kalmış, umut hissine
yeniden kavuşabilmek için kendine oyalanacak uğraşlar edinmiş ve bütün bu
avuntular sonunda yeniden çok sevdiği uykusuna geri dönmüştü her seferinde.
Küskün, kahve demlendikten sonra
porselen fincana döktü kahveyi. Bir yudum aldı, beğenmedi ve lanet etti tadına.
Musluğu açıp bir bardağa su doldurdu, içti ve sakinleşti.
“Bir fincan kahve, hatırı vardır
hani! Bir fincan kahveyi çok gördünüz bana! Yapanım olmadı, hep kendi kendime
zaten! En azından bir fincan kahvem güzel olsaydı şu hayatta, ne olurdu sanki?”
diye söylendi ortaya olup olmadık şekilde.
“Hayır, bu hayatta ne güzel
olabilir ki? Güzel de başlasa, kötü de başlasa önünde sonunda her şey o
ağzındaki buruk tatla bitmez mi?” dedi her söze hayır diyerek başlayan, sonra
“Ne gerek vardı ki bir şey demeye!” diye düşündü içinden. Boş verseydi keşke.
Duman yeniden kokusunu
hissettirmeye başladı. Karşı kaldırımdaki saçları maviye boyalı olan kadın başka
bir sayfaya göz ucuyla bakmaya devam ediyordu. Atölyenin kapısı biraz aralandı,
sonra tekrar kapandı.
“Belki bazı şeyleri olduğu gibi
bırakmak gerekiyordur. Hayat dediğin kendi yoluna giren döngülerden ibaret
değil midir? Çabalarının sonucu derin uykular gibi mesela. Bu derin uykuların
en güzel yeri ise hayallere varma isteği, arzusudur en nihayetinde.” Kesik
kesik konuşarak ikisinin arasına girdi her şeyi oluruna bırakan.
“Bazılarımız hayattan fazlasını
istemiyor; çünkü fazlasını istediğinde başkasından çalacağının farkında
olduğundan mıdır; yoksa bu bir tembellik hali midir? Ah bu fikir telakkilerimizden
hep, benim güzel uykumu hiç ettiniz.” diyerek yerinden doğruldu her şeyi
oluruna bırakan.
Hayalini kuramadıkları, bir
gecenin sonunda beraber olmaktan keyif duyacaklarını zannettikleri küçük
kafenin bir amacı olabileceğini düşünerek günün en parasız, en paspal vaktini
yaşıyordu bu dört insan. Üçü de gelen gideni gözlemekten vazgeçmişlerdi birkaç
gündür. Kentin en hareketli zamanında, İskele Sokak’ta, Karakolhane Caddesi’nde
ve diğer bütün ara sokaklardaki kafelerde insan sesleri birbirine karışıyorken
Taşlıbayır Sokak’ta Hayaller Atölyesi’nin kapısından giren sadece tahminen
birkaç yaşında olan şu uyuklayan sarmandı.
Kendi eksikliklerinden olsa
gerek hayal kurabilenleri özleyen bu insanların yalnızlığını giderecek küçük
bir haneydi; bir atölye, öyküleri ve şiirleri, küçük ahşap tasarımları, birkaç
minyatürü, heykel ve resimleri içinde tutan. Dışavurumlara duydukları içten içe
özlemden olsa gerek idi tüm bu umutsuzlukları.
“Biraz neşe gerekirdi belki.” dedi
her şeyi oluruna bırakan.
“Hayır, böyle bir çağda neşeli
görünmekten utanıyorum. Belki seneler evveline dayanan dostluğumuzun ve
insanlığımıza olan inancımızın, hayalcileri düşlediğimiz biz hayal
kuramayanların dilendiği bir arzuydu bu.” Ceketini düzelterek devam etti her
söze hayır diyerek başlayan. “Hislerimizin verdiği şu cılız müzikten gelen
güçsüzlükten midir ya da kentin dışına atılmışlığımızdan… Birkaç ay sonrasını
göremeyeceğimiz ve birbirimizden uzaklaştığımız anların geleceğini hissediyorum.
Unutacağımız ve yazılmış olan bu öykünün dışında başka kişiler olacağımızın
farkındayım. Bizi yazanın bizi istediği gibi yazma hürriyeti bizi dünyanın en
sıkıcı insanları yapıyor şu haliyle? Belki devam edebilseydik biraz daha küskün
ya da biraz daha sessiz kalırdık beraber, sırf kendileri öyle istedi diye.”
Her yalnızlıkta her zaman gizli
bir suçun olduğu doğru mudur, diye düşündü kendine kendine. İnsanın
paylaşmadıkları veya paylaşamadıkları suçtan sayılmıyorsa eğer bu dört kişinin
beş parasız kalmaktan ziyade imzaladıkları ya da imzaladığı şu borç senedi şimdi
olmasa da birkaç ay sonra kendisine ya da kendilerine tebliğ edilecekti bir
şekilde. “Bari şimdi bu anı bozmayayım.” diyerek bütün o geçen zamanı düşündü o
an.
Küskün, başını önüne eğdi.
Birkaç damla gözyaşı düştü ellerine. Konuşmak istemedi. Hissetmek istedi
içerideki fesleğen kokusuna karışmış nem kokusunu. Özleyeceği bir semtti, bir
kent, bir sokak ve kendi haricindeki diğer üç kişi… İçinde bir his yükseldi
ansızın: Her şeyi oluruna bırakmak istedi, her söze hayır diyerek başlamak
istedi; fakat söyleyecek bir sözü yoktu yine olağan her anı gibi. Küsmek istedi
ve zaten bunların hepsini yapabilmişti.
İçerideki üç kişi yavaşça yerlerinden doğruldu. Ortalığı toparlamadan gitme kararı aldılar. Herhangi bir şeye ellerini sürmeden, sanki orada hiç var olmamış gibi ya da başka herhangi bir yerde hiç var olmamış gibi
Küskün, kediyi kucağına almak istedi; ama kedi huysuzlandı. Her söze hayır diyerek başlayan alabildi kucağına. Kapıya yöneldiler. Tahta kapının ardından gelen güneş ışınları binanın arkasında kalmıştı çoktan. Küskün kapıdan dışarıya adımını attı ve gökyüzüne doğru buharlaştı, kayboldu; ardından her şeyi oluruna bırakan kapıya yöneldi ve kayboldu, en son ise her söze hayır diyerek başlayan kapıya yöneldi kediyi yere bıraktı ve o da kayboldu.
***
Atölyenin karşısındaki binanın merdivenlerinde oturan mavi saçlı kadın bluzunu düzeltti. Derginin orta sayfasındaki borç senedini dörde katladı ve çantasına yerleştirdi. Atölyeye baktı uzun uzun. Yerinden doğruldu ve Yeldeğirmeni’nden rıhtıma doğru yürüdü.
Divid Kalem'de yayınlanan bir öyküdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder