Yüzü silik olan kadın, portrenin
sağına yanaşmış, acaba hüzünlü gözleriyle elindeki resme mi bakıyor? Resimdeki
kadın, gözlerini yummuş, yüzünü gökyüzüne dönmüş güneşi yüzünde
hissediyor. Martılar, sessizce gökyüzünde çemberler çiziyor. Küçük, renksiz bir kuş
masalın birinden çıkıp bu portredeki kadının elindeki resmin içerisine sızmış ve
tablodaki renkleri birbirine katıyor. Yağlı boyalar arasından geçip usulca
pembeye yanaşıyor; onu, en sevdiği arkadaşı maviyle tanıştırıyor. Ardından
yeşile selam veriyor küçük kuş, mavi yalnızlığını ona anlatınca bir
anda masmavi oluveriyor. Mavi olmanın sevinciyle gökyüzünde uçarken sevgili
dostu yeşili görüyor ve neşeyle cıvıldayarak onu selamlıyor. Yeşil de ona selam
veriyor elbette; çünkü yeşil değil midir barışın rengi?
Turuncu, kızılla birbirine karışıp
bir dans tutturmuş. Sevdalı gibiler birbirlerine, güneş öylesine cömert ki
bütün renklere anlam katıyor. Ufuk çizgisine yakın bir yerde mavi az çok
hissettiriyor kendisini; ama turuncuyla mavinin bu bitmek bilmeyen dansı onu
gölgelere sürüklemiş. Mavi kuş yaklaşıp maviye “hüzünlenme hemen!” deyiverince mavi
başlıyor ağlamaya. Pembe yanaklı kadının yüzüne, mavinin ılık gözyaşları
dökülünce o narin yüzü gülümsüyor sanki kadının. Sanki şu gökyüzündeki beyaz
bulutlara dönüşüyor yüzü. Mavi, küçük kuş seyrediyor pembe kadının yüzündeki
tebessümü. Alçalıp hemen onun yanında duran eflatun rengindeki çiçeğin yanına
varıyor. “Nedir bu hüzün böyle? Mavi ne kadar da hasret kırmızıya? Elinden
çekip almış onu turuncunun neşesi kırmızıyı belli ki”. Katmış onu engin
göklerin sonsuzluğuna. Bilmezler mi bu ışık böylesine gücüyle üzerimizden çekip
gittiğinde yerini bırakacak karanlıklara. Bu sefer o karanlık gecede başlayacak
yanıp sönmeye yıldızlar. Göz kırpacaklar sessiz bir dostmuşçasına. Renkler
kaybolduğunda bir ağacın yüksek dalına konacak mavi kuş ve bekleyecek dostu
olan güneşi. Bekleyecek renklerini her zamanki gibi. Sonra uyanacak dünya
yeniden her gün olduğu gibi. Neşeyle uçuşacak martılar bir daha
uçmayacaklarmışçasına her gün doğumundan her gün batımına kadar. Mavi yine
ağlayacak kırmızı ve turuncunun bitmek bilmeyen aşkına, doğmayacak eflatun
çiçekleri belki de hiçbir gün.
Çaresizce dolanacak yükseklerde
sessizliğiyle, bir kuş ne yapabiliyorsa onu yapacak elbet. Yeşile koşacak telaşlı
telaşlı, bütün renkler artık barışsın diye. Bazen çimenlere danışacak, bazen
çam ağaçlarına... Hiç dert yokmuş gibi bir de ağaçlar ona dert yanacaklar
kahverenginin doyumsuzluğundan, bütün bir kış veda edecek yaşlı ve genç
ağaçların yapraklarından tüm yeşil dostlar.
Pembe, her zamanki gibi memnun
halinden. Mutluluk neredeyse o hep orada; ama bu kadar azken mutluluk niçin
daha çok çabalamamıştı şu bencil dost? Ona sorduğunda mavi kuş boynunu büküp cevap
veremiyor bu anlamsız soruya. Üzülmek istemiyor haline renkler arasındaki
ayrılıkların. “Tüm tabloda pembe olamaz ki zaten!” diyor mavi kuş bir bahane
ararcasına. “Bir de renkler de konuşamazlar asla, bu ayrılıklar da zaten olması
gerektiği gibi.” deyip geçiştirmiş o da işte.
Tabloya dokunuyor fırça, tahtadan bir
matruşka çiziyor ressam tekrar tüm renkleri bir bir içe içe katıp. Kanatlarının
ucunda tuttuğu fırçasını tuvale değdirdiğinde sevdiği tüm dostları ona sırtını
dönse de gözyaşlarına teslim edemez bu sevdiği dünyayı. Mavinin kabullenmesi
lazım yalnızlığını; çünkü onun yalnızlığıdır sonsuzluğunu hissettiren ona,
kırmızı ve turuncu yaşayacak aşklarını, yeşil bırakacak yerini kahverengi
günlere, eflatun çiçekler solacak önünde sonunda, matruşka açılıp dağılacak,
özgürce ve hep aynı zamanı yaşatan tablomuza.
O sarı güneş ışıkları bir gün yerini
geceye teslim edecek. Renkler matruşkanın içinden çıkıp tekrar tablodaki
yerlerini alacaklar. Ardından tekrar iç içe geçip ortadan kaybolacaklar. Resimdeki
genç kadın da geceyle beraber bir daha orada olmayacak. Yüzüne düşen damlaları
eliyle silince mavinin aşkını hissedecek, bir anda kırmızıya dönüşecek. Yüzü
silik olan kadının elindeyken teslim olacak doyumsuz siyahın karanlığına,
turuncu ellerini kırmızı elbisesine dokunduracak yüzü belirsizleşecek, sonra elinde
tuttuğu gençlik resmine bakıp masmavi ve dupduru gözyaşları dökülecek birden
bire.
***
Son fırça darbesini vurup ressam kalkıyor tuvalin başından. Ellerini tablonun hemen sol yanında duran sehpanın
üzerindeki kirli, ıslak beze siliyor. Gözlerini kapatıp derin bir nefes alıyor.
Yerinden kalkıp odanın kapısına gidiyor; tam odadan çıkacakken aklının içinden
dostları olan renkleri düşünüyor. Eli odadaki lambanın düğmesine dokunuyor ve
ışıklar kapanıyor. Arkasından mavi bir tüy yer çekimiyle salına salına ahşap zemine
düşüyor.
Çok güzel harika
YanıtlaSilHarika oğulcum
YanıtlaSil