18 Eylül 2018 Salı

Beyaz Geceler




— Hiç kimseye. Bir ideale. Düşüme giren kadınlara. Hayalimde öyle romanlar yaratıyorum ki... Siz beni bilmezsiniz tabii. Kuşkusuz, demin söylediklerim hiçbir kadınla karşı karşıya gelmedim demek değildir. İki üç kadınla karşılaştım; ama kimdi bunlar bilir misiniz? Ev sahiplerim. Size bir şey söylesem gülersiniz. Kaç kez sokakta, kibar bir kadına, tabii yalnızsa, yaklaşıp konuşmak aklımdan geçti. Yalnızca, çekingen, saygılı ve içten konuşacaktım. Ona yalvaracaktım. Benim gibi talihsiz bir adamın yalvarışını dinlemenin kadınlık gereği olduğunu söyleyecektim. Ondan istediğim topu topu, ağzımı açar açmaz beni kovmaması, sonra kardeşçe bir ilgi göstererek içten bir iki söz söylemesi olacaktı. Varsın içinden alay etsin, ama umut verici bir çift sözü esirgemesin benden. Ondan sonra birbirimizi görmesek de zararı yok!.. Gülüyor musunuz? Hoş, ben de sizi eğlendirmek için konuşuyorum ya...
— Gücenmeyin. Niçin gülüyorum biliyor musunuz? Siz kendi kendinize düşmansınız. Bir kere denemekten ne çıkardı ki sanki. Belki başarırdınız. Sokakta da olsa önemi yok. Ne kadar yalın hareket edilirse o kadar iyi. Budala olmayan, iyi kalpli ve o anda bir şeye kızmamış hiçbir kadın sizden, çekine çekine yalvardığınız o bir çift sözü esirgemezdi. Aman aman, neler söylüyorum ben!.. Haklısınız, elbette ki sizi kaçığın biri sanacaklardı. Ben deminki yargıyı kendime göre verdim. İnsanları az çok bilirim!

Bulantı'larımız






Jean Paun Sarte - Bulantı'dan... 

Yeni sözler kullanarak adlan­dırılması gereken bir yığın şey ortaya çıkacak; taş-göz, üç-köşeli-kocaman kol, ayak-parmağı-koltuk değneği, örümcek-çene. Sıcak yatağında uykuya varmış olan kim­se, mavimsi bir toprak üstünde, Jouxtebouville’in baca­larını hatırlatan, göğe doğru kırmızı ve bembeyaz yükse­len, yansı toprağa gömülü tüylü ve soğan gibi yuvarlak kocaman yumruları olan uğultulu bir erkek organları or­manında çırçıplak uyanacak. Ve kuşlar onların çevresin­de uçuşacak; onları gagalayacak ve kanatacak. Yaralardan tohumlar akacak ağır ağır; küçük kabarcıklarla dolu ılık cam gibi saydam, kanla karışmış tohumlar. Ya da böyle bir şey olmayacak, göze görünür bir değişiklik çıkmaya­cak ortaya, ama insanlar bir sabah pencerelerini açınca, nesnelerin üzerine çökmüş olan ve bekler gibi duran bir çeşit korkunç anlamla şaşıracaklar. Yalnız bu olacak, ama kısa bir zaman sürse de insanlar yığın yığın intihara kal­kışacaklar. Evet, böyle! Değişik olsun biraz, görelim; da­ha fazlasını istemiyorum. Birden yalnızlığa gömülmüş kimseler de görülecek. Yapayalnız, korkunç iğrençlikleri içinde yapayalnız insanlar sokaklarda koşuşacak; gözleri bir yere dikili, dertlerinden hem kaçıp hem onu içlerinde taşıyarak, ağızlan açık, kanatlarını çırpan dil-böcekleriyle önümden yorgun argın geçecekler. O zaman katıla katıla güleceğim; gövdem, düğünçiçekleri ve kasımpatılan gibi açılan ne idüğü belirsiz pis kabuklarla kaplı olsa bile gü­leceğim. Sırtımı bir duvara dayayıp önümden geçtikleri sırada, “Biliminiz nerede? Hümanizminiz ne oldu? Dü­şünen kamış onurunuzdan ne haber?” diye haykıracağım. Korkmayacağım, hiç olmazsa şu anda korktuğumdan faz­la korkmayacağım. Hangi değişiklik olursa olsun, bu, va­roluşun şu ya da bu biçime girmesi olacak. Bir yüzü ağır ağır yiyen bütün gözler, fazlalık olacak, ama ilk ikisinden daha fazla değil. Benim asıl korkum varoluştan.

Hayaller Atölyesi

HAYALLER ATÖLYESİ                                                                                                                          K...