Yoksul
semtin yırtık tenteli dükkânlarından birinin önünde anne kedi hayattaki son
dakikalarındaydı. Ufak mı ufak, kendisi gibi dişi bir sarman; daha yirmi gün
kadar önce hayata gözlerini açmıştı. Mahallenin yoksul insanları; o gün, her
gün duydukları, insanlara dair cenaze anonslarındaki gibi anne kedinin adını işitmeyeceklerdi.
Güne başladıkları andan evlerine döndükleri ana kadar, başları dik bir şekilde,
önlerine bakmadan yürüyorlardı o gün de. Mahalleden birkaçı rüyasında bir kedinin
ayaklarına dolandığını; onlar, ondan kaçtıkça peşlerine takılıp yine
ayaklarının arasından geçip önlerini kestiğini görmüşlerdi. Sabah
uyandıklarındaysa gördükleri rüyayı anımsayamamışlar ve yine aynı sokağın
yırtık tenteli dükkânlarının aşağısındaki durakta bekleyip zengin semtteki
işlerine koşturmuşlardı.
Bağcıkları
dört bir yana sallanan, yürürken bir yandan elindeki çakıl taşlarını havaya
atıp tutan, sırtında mavi çantası, sarı şortlu, yedi yaşlarındaki çocuk
sümüklerini çekerek, tentelerin altında şarkı söyleyerek otobüs duraklarına doğru
yol aldı. Şarkının bazı yerlerinde sözleri söylemeyi kesip bilmediği bu
kısımları ıslık çalarak geçiştiriyordu.
Her sabah
durağa doğru yürürken yeni edindiği huyu olan mahallenin bir başından diğer
başına uzanan kare kiremitleri saydı. 238 kiremit kadar saydığı o güneşli gün
tentenin altında boylu boyunca uzanmış sarman bir kedi gördü, yavrusu annesine
sarılmış sessizce uyuyordu. “Ne kadar güzel uyuyorlar?” dedi kendi kendine.
Karşılarına geçip uzun uzun baktı onlara, sonra dizlerinin üzerine çöküp usulca
onlara yanaştı. Elini yavru kediye uzattığında gözlerini araladı küçük kedi.
Sonra anne kediye dokundu küçük elleriyle. Anne kedi buz gibiydi. Öyle ki hiç
kımıldamıyordu, yavru kedi acıyla miyavlamaya başlayınca; sarı şortlu çocuk,
içine aniden bıçak gibi saplanan bir korku hissetti. Yolun karşısındaki manava
küçük elini sallayarak “Merhaba, Ali Amca!” dedi titreyen sesiyle. Yaşlı, mavi
önlüklü, gri kasketli manav beyazlaşmış bıyıklarının altından gülümseyerek “O Ömer!
Günaydın! Nasılsın bakalım? Ne oldu, niye böyle telaşlısın bakayım?” dedi sıcak
ses tonuyla. Küçük çocuk karşı kaldırımdan manavın yanına gidip yolun karşısında
gördüğü kedinin halini anlattı. Manav ise, o sırada elmalarının en
kırmızılarını bir kenara ayırıyor, rengi soluk olanları tezgâhın altına
yerleştiriyordu. Yeni gelen marul ve havuçları da aynı şekilde sıralıyordu tezgâhtaki
yerlerine.
Ömer, baktı
ki manav kendisini dinlemiyor başladı salya sümük ağlamaya. Yaşlı adam, sabahın
mahmurluğu ve işinin başından aşkın olmasıyla, belki de çocukla ilgilenmeyi
daha fazla istemediğinden, pembe yanaklı ve bir o kadar da sevimli yüzlü çocuğa
kısa süreliğine yardımcı olabileceğini söyledi. Ömer, sevinçle karşı kaldırıma
gidip yavru kediyi manava emanet etti ve anne kediyi kucaklayıp yoksul evinin
sokağındaki bahçeye götürdü. Evlerinin kömürlüğündeki ucu kırık oyuncak
küreğini kaptı ve toprağı eşmeye başladı. Plastik kürek sertleşen toprağa
saplanırken bükülüyor; ancak kırılmamak için kendisini zorluyor gibiydi. Biraz
uğraştıktan sonra açtığı çukurun içine anne kediyi yatırdı. “Hala uyuyor
sanki.” diye iç geçirdi. Kumu üzerine örtmeden önce tereddüt etti “Acaba ölmemiş
midir?” diye, ama nefes de almıyordu zavallı kedi, hem çoktan uyanması
gerekirdi. Evet, kesinlikle artık yaşamıyordu zavallı kedi. Üzerine kumu usulca
örttü.
Koşarak
kiremit kaldırımın üzerinden manava gitti. Manava emanet ettiği küçük kediyi
kucağına aldı, otobüs duraklarına vardı. Yoksul semtine uzaktan baktı. Evler iç
içe geçmiş, asla çözemeyecekleri bir meseleyi tartışıyorlardı sanki. Yola sapan
külüstür arabalar yorgunluktan yokuşu çıkamayarak oldukları yerde
uyuyakalacaklarmış, ayakkabıları olmadan yürüyen diğer yaşıtları üzerine atılıp
ondan ayakkabılarını zorla alacaklarmış, bütün bu eşitsizliğin nedenini
soracaklarmış gibi hissetti küçük yaşına rağmen.
Sevimli
çocuk, sırtındaki çantadan iki kâğıt mendil çıkardı otobüsün ön koltuğuna oturduktan
sonra. Mavi ambalajlı mendillerin ikisini de eline alıp, diğer elinde yavru
kediyle, yalpalayarak ilerleyerek otobüste ayakta durmaya çalıştı, şoför gaza
bastığı sırada gerisin geriye oturdu. Otobüs hızını aldığında tekrar şansını
denedi ve yolcuların arasına karışıp mendillerini onlara uzattı. Bir yandan,
küçük kedi kucağında sıkıntısından kımıldanıyor ve miyavlıyordu, bir yandansa
zavallı çocuk ayakta kalabilmek için türlü çareler deniyordu. Otobüsteki
yolculardan iyi giyimli olanları kediye bakıp içlerinde biriken şefkatle küçük
çocuğun mendillerini ikişer üçer satın aldılar.
Zengin
semte vardıklarında Ömer, yavru kediye küçük bir paket süt aldı otobüste
kazandığı parayla. Küçük avucuna sütü döküp yavrunun ağzına götürdü. Küçük
kedi, öylesine bir iştahla içti ki sütü küçük çocuğun avucunda süt kalmadığı
halde, çoktan kuruyan avucunu yalamaya devam ediyordu. Ömer, iki defa daha
avucuna süt döktü ve küçük kedi yalana yalana sütü bitirdi.
Ömer
lüks arabaların park ettiği caddede kucağında sarmanla bir süre yürüdü. Bir
kasabın önüne geldi. Çocuk aklıyla düşündü ki minik yavrunun ihtiyacı olan
bütün her şey o dükkânın içindeydi.
Kasap,
oldukça şişmandı, azı dişi altındandı, biftekleri cam dolaptan alıyor,
başındaki beyaz, uzun başlığı düzelttikten sonra tek hamlede kesip tartıya
koyuyor, kilosuna rağmen hızla tartıdan aldığı eti paketliyor ve paketin
üzerine etiketini yapıştırdıktan sonra müşteriye gülümseyip “iyi günler”
diliyordu.
Çocuk, iç
geçirerek kediyi son kez sevip tentesi en güzel kumaştan olan bu kasabın önüne
yavru kediyi bıraktıktan sonra içeride işiyle uğraşan şişman kasaba: “Merhaba!
Bu kedi artık sizin, ona iyi bakın!” diye bağırdı. Şişman kasap, ne olduğunu
anlayamadı o anda, şaşkınlık içerisinde kaldı; Ömer oradan koşarak uzaklaştı. Adam
elinde duran büyük parça eti keserken dalgınlıkla bıçağı parmağına isabet
ettirdi ve bir feryat kopardı, kanlar içerisinde dükkânından fırlayarak
hastanenin yolunu tuttu.
Küçük kedi,
boş dükkânın içerisinde dolandı kimsenin içeride olmamasını fırsat bilerek,
etraftaki nesneleri yokladı, bir püsküle taktı kafayı, onunla oynadıkça oynadı.
Derken yoğun et kokusu onda derin bir açlık hissi uyandırdı. Küçük bir sıçrama
hamlesiyle kasanın bulunduğu yerdeki sandalyenin üzerine çıktı, oradan uzanarak
kesim tezgâhına ulaştı. Dolabın en köşesindeki ciğerlerin kokusunu aldı ve
gözleri kapalı bir şekilde oraya yürüdü. Sol patisini uzatıp küçük bir parça ciğer
kaptıktan sonra, yaptığının bir tür hırsızlık olduğunu hissetmiş olsa gerek, tezgâhtan
aşağıya atladı kaçarcasına. Kasanın arka duvarındaki, hafifçe aralanmış, kilidi
tutmayan kapıdan geçerek yüklüğe gitti. Küçük çocuğun kucağında geçirmiş olduğu
yolculuktan yorulmuştu, tokluğun da vermiş olduğu rahatlıkla kasaların arkasında
bulunan bir çuvalın üzerine uyudu.
Gece
olduğunda susuzluk hissetti, bozuk kilitli kapının aralığından tekrar içeriye
sıvıştı. Dükkânın dış kapısı kapatılmıştı. Semtin ışıkları dükkânın içine
sızıyor ve bu zengin semtin mutlu insanlarının hayatları, bu dükkânın içini
farklı renklerde aydınlatıyordu. Buzdolabının kapağından damlayan su
birikintisinin yanına gitti ve küçük diliyle soğuk suyu içti. İçi serinlemişti.
Tekrar açlık hissi yükseldi ve ciğerin kokusunu takip edip sandalyenin üzerine,
sandalyeden tezgâha, oradan tekrar gözleri kapalı şekilde ciğerlere yöneldi.
Yine, sol patisiyle küçük bir parça ciğer aldı. Olduğu yerde iştahla yalana
yalana midesine indirdi ciğeri.
Bütün gün
yalnızlığından canı öylesine sıkılmıştı ki dolabın içerisindeki et parçalarıyla
kendisine bir oyun tutturdu. Bazılarının üzerine zıplıyor, sonra onların
üzerinden atlayarak sakarlıkla düşüp yuvarlanıyordu. Her yerde tüyleri uçuşuyor,
bu anın güzelliğiyle kent ışıklarının arasında gecenin ve tokluğun verdiği
mutlulukla neşeye boğuluyordu.
Kimi zaman tezgâh
camının üzerine çıkıyor, kimi zaman dükkânın camının önünde geziniyordu. Bazen dükkândaki
sandalyelerden birinde kısa süreliğine uyuyor, uyanıp tekrar cam bölmede geziniyor,
oradaki ciğerleri mideye indiriyor, tekrar hassaslıkla dilimlenmiş etlerin
üzerinde oyunlar oynuyordu. Gece böyle sürüp gitti.
Sabahın ilk
ışıklarıyla dükkânın önünde bir kalabalık fark edildi, kalabalığı görenler
meraklarından daha büyük bir kalabalığa neden oldular. Zabıta ekipleri dükkân
sahibini acilen aramıştı, eli sargılı adam büyük cüssesiyle koştura koştura dükkânına
gelmişti. Zabıta: “Dükkânının kapatılması için emir aldıklarını.” söyledi.
Şişman adam bu kararın nedenini anlayamadı. Dükkânda bir kedinin, bütün gece
mamullerin üzerindeki gezintisini videoya kaydeden dükkânın karşısında bulunan
binadaki bir genç kadın, sosyal medyaya bu görüntüleri sızdırmıştı. Zengin semt
sakinleri olayı bir çığ gibi büyütmüştü, sadece semte, şehre değil! bütün
ülkede gündem konusu haline gelmişti zavallı kasabın dükkânı. Gıda Bakanlığı’na
protestolar çekilmiş ve bakanlık yetkilileri sabahın ilk işi olarak bu haddini
bilmez kasabın faaliyetini durdurma kararı almıştı. Verilen cezayla semt
sakinlerinin gönlü alınacaktı hesapta ve bu semtin önemi bir kez daha kendilerine
hatırlatılacaktı.
Yoksul
semtin yırtık tenteli dükkânlarının önünde çakıl taşlarını havaya atarak
dolaşan, şarkılar söyleyen, sarı pantolonlu, mavi montlu ve turuncu bereli,
küçük bir çocuk yokuştan aşağıya, duraklara doğru yönünü değiştirdi. Küçük
çocuk, karşıdan gelen şişman adamı bir yerden tanıyor gibiydi. Adama gülümsedi,
adam da ona gülümsedi. Yorgun yüzlü adamın bir elinde valiz, diğer elinde yaklaşık
iki aylık, sarman bir kedi vardı. Şişman adamın bir azı dişi ve sol elinde bir
parmağı eksikti.
YAZAR: CÜNEYT ÖZKURT
Öykü Seçkisi, Kasap Temalı Öyküler
Öykü Seçkisi, Kasap Temalı Öyküler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder